Otobüste tanıştığımız Türk abinin Bratislava'ya iner inmez sevgilisini görünce bizi unutup gitmesini, bizim göt gibi kalıp otobüs saatlerini bulmaya çalışmamızı...
Trnava'ya inince yurda yürümeyle 10 dk mesafede olmamıza rağmen taksiyle gitmeye çalışıp taksiciye kendimizi anlatamamamızı... Tarzancaya başvurup yine de sonuç alamayışımı, yoldan geçenlerden medet umup kimsenin İngilizce bilmediğine kanaat getirişimizi, sonunda yurda ulaşma konusunda tüm umutlarımız tükenince bankta yatmayı düşünmemi...
Tam o sırada yoldan geçen ve Polonyalı Erasmus öğrencisi olan kurtarıcımız Ola sayesinde zar zor yurda gelişimizi... Hatta sürekli devrilen valizime inat karizmayı ayakta tutmaya çalışmamı...
Yurda gelince Bartek ve Agnieska'nın da valizlerimize el atıp Polonya'ya karşı sempati kazanmamıza sebep olmalarını...
İlk geldiğimizde alışveriş yapmaya gidip eli boş dönmemizi, her şeyi Türk Lirasına çevirdiğimizden hiç bir şey satın alamamamızı,sıvı yağın içinde bile domuz yağı olabileceğini düşünmemizi... Hepsini dün gibi hatırlıyorum. Ama şuan çok açım düşünemiyorum.
NEYSE GÜZELDİ İŞTE.



















