Tam marketlerde artık yabancı olduğumu anlamıyorlardı ki, ayrılma zamanı geldi. Hayır o bir şey değil, bizi döver gibi konuşan resepsiyonist amca bile her geçişimde selam verir oldu. Alışverişte Slovak amcalara, teyzelere bile yardım etmişliğim var ki o derece.
Dönüş7 Ocaktı, biz bi kaç gün önceden valizleri hazırlanmaya başladık tabi. Bu arada5 Ocak'ta bi de Slovakça sınavı atlattık. Kadın bize "test" diyip duruyodu kastettiği şey boşluk doldurmaymış. Neyse ki bitti gitti ablanız ondan da A aldı.
Neyse ben gelirken getirdiğim çanak,çömlek,çatal,kaşık ne varsa attım. Zaten son zamanlarda tencereleri arındırmak imkansız hale gelmişti.Kirin pasın içinde yedik yemekleri.
Valizimin ağırlığının bununla düşmesi gerekiyordu fakat yine olmadı. Hediyesiydi sparişiydi alkolüydü yine valizim tıka basa doldu. Öyle ki ayağın kayıp yüz üstü(kelimenin tam anlamıyla kafam valizin içine girdi.) düştüğümde bile fermuarı çekseniz öyle Türkiyeye gelirdim.Zaten bir büyük valiz, bir küçük valiz,bir kolçantası,bir laptop olmak üzeri 4 parça eşyam vardı.
Güç bela valizi kapatıp sabahın 6 sında uyamak üzere yattık. 4 saat uyuduktan sonra dikildik ayağa. Memduh ve Özge bizi yolcu etmeye geldiler canlarım.
Onlar gelmeseymiş biz otobüs durağına kadar valizlerle biraz zor gidermişiz zaten. Yolda valizimin tekeri kırılınca beni bir hüzün kapladı. O valizle 5 aktarma yapacağımı düşününce tabi.
8 arabasıyla Bratislava'ya doğru yola çıktık. Zaten yol 45 dk . Bratislavada 45 dk daha bekleyip Viyana arabasına binecektik. Beklerken 2 seçeneğim vardı. Ya valizlerle bin bir zahmet otogarın içine girip sıcakta 45 dk bekleyeceğim, Viyana otobüsüne gitmek için valizi tekrar durağa kadar taşımak, ya da valizi direk Viyana otogarına taşıyıp orda soğukta 45 dk beklemek. Tabi ki ben 2. sini seçtim. Donsamda umrumda değildi.Bu da sıkıntıdan çekilmiş bir fotoğraf. Gayet pis leş bir yer gördüğünüz gibi.Üstelik Slovakya'nın başkentinin otogarı düşünün. Valizlerde benim.
Neyse Viyana arabası geldi. Biletleri internetten almıştık, bu seferde adam tutturdu gidip bilet çıkartın rezervasyon numarası yetmez diye. Tabi adam İngilizce konuşmuyor ama benim kabiliyetim sayesinde anlaşıyoruz.
Neyse güç bela yola koyulduk. Hainburgtan geçerken onun geğiğini falan yaptık Başak'la.Yol 1 saatten az sürdü. Böylece 14:05te uçak varken biz 10:00da havaalanındaydık. Daha havaalanına girmeden tekerlekli valiz taşıma arabalrından alalım dedik. Bunları çalıştırmak için 1 euro takmanız gerekiyor, fakat benim araba kabul etmiyor parayı. Uzun bi cebelleşmenin ardından hakkım olanı aldım. Bu sefer de bizim valizler ona sığmadı bir tane daha alalım dedik. Ama ikimizdede 2 euro vardı. Yoldan geçen birine sorduk o da bizi kazıkladı, 1 euro yerine jeton verdi. Başak'ın tepkisini tahmin etmişsinizdir.

Tabi biz adama söverken Türkçe konuştuğumuzu duyan abiler "Burada herkes Türk." diye seslendiler. Havaalanında yön bulmaya çalışırken görevli amcalardan birine sorayım dedim, Bir baktım amca "Neye ihtiyacın var yeğenim?" demesin mi? Türkiye'ye gelmiş kadar olduk yani. Asansörle cebelleşmemiz ayrı bir komediydi. Başak önce çağırma düğmesine bastı, elektrik çarptı. Sonra ben bastım beni de elektrik çarptı. Resmen gerilim vermişler asansör düğmelerine psikopatlar. Bizde çözemedik.
Neyse biz Pegasus bulana kadar saaat 11 oldu. Ama check-in başlamamıştı daha. Gidip başka bir firmanın tartısını bulalım dedik, Business yolcuların check-in yerinde boşta kalmış görevli bulduk, valizleri ölçebilir miyiz abla dedik. O da pek sempatikti işimizi halletti. Kilo problemimiz yoktu. Derken check-in açıldı. Sıraya girdik. Tabi ben o koca arabayı kontrol etmeyi beceremediğimden arkamda ki oğlanı eziyodum. Arkamı döndüm bi baktım sarışın yeşil gözlü biri. Bende türk değil sandım. İngilizce özür diledim. Çocuk bana tok bir ses tonuyla pat diye "Ziyanı yok" demesin mi!!
Kısa süreli bir şokun ardından benden gelen tepki "Aaa pardon!" Çocukta pis bir gülüş. Gören de karizmasından ötürü dilim tutuldu sanacak. Neyse ilk kapılardan geçtik, Free Shop'u incelemeye başladık. Her şey pahalı, her şey! Fiyatlara bakıp arkamıza bile bakmadan kaçtık ordan.
Bu sırada kartpostal satan bi yer bulup ordan hediyelik aldık. Sonra uçak kapısına gittik. Ama o kontrollerde 13.00 da başlayacakmış. O zamana kadar nete girdim bende sefil gibi yere oturup. Zaman geldiğinde kontroller için sıraya girip biletimi aradım, aradım,aradım,aradım... Tabi tutuştum birden. Diz çökmüş yerde çantamı eşelerken kafayı bi kaldırdım sırada yabancı sandığım çocuk! Kontrolden geçmiş öbür tarafta kemerini falan takıyor. Bana şöyle bir haraket yaptı. Nerde ki gibisinden.
Bende "Ne bileyim" gibisinden cevap verdim. Sonra güvenlikteki Alman amca bana "burda bekle bi daha çıkarttıracağız bileti" dedi ama bendeki telaşı engelleyemedi. Sonunda sakin ol, nefes al falan dedi o derece.
Neyse uzun bir bekleyişin ardından biletimi tekrar çıkarttılar. Ama bi kere dikkat çektim. Üstümü arayan kadın her bi yerime itinayla baktı edepsiz. Neyse içeri geçtim Başak'ı bulup yanına hemen oturdum ki yine kafamı kaldırdım, karşımda o çocuk! Dikilmiş etrafı izliyor. Meğersem yanımda oturuyormuş. Dedim bu kaderin cilvesi mi?
Neyse uçak 20 dk rötar yaptı. Bizde mal gibi bekledik. Uçak gelip kapılar açılınca ben yine telaşlanıp laptop çantamı devirdim yere. Bizim çocuk da attı kendini yere laptopu düzeltmek için. Ben de kibar olacam ya "Pardon" dedim. Çocuk demesin mi "Yine ziyanı yok.Neden pardon dedin?" ve çocuk bunu derken ben anladım ki Türkçesi var ama belli ki sonradan öğrenmiş. Ağız alışkanlığı işte nasıl anlatayım. Zahmet oldu diye dedim falan diye saçmaladım. Sonra arkamı dönüp hemen uzaklaştım oradan.
Uçağa bindik rötarımız orada da devam etti . Toplamda 1 saat geç kalktı uçak. Zaten iniştede kar yağışından ötürü pistin etrafında döndük durduk. Yanımıza yabanc bir amca oturdu. Çiğ füme domuz eti yedi. Biz tabi kokudan iptal o sıralarda.
Başak yine streslendi başladı "Sevmiyorum ben uçağı ayağım yere değsin benim, bir gün Amerika'ya gidersek gemiyle gidelim, keşke otobüsle gidebilseydik Türkiye'ye" gibi sitemlere. Bunalıma girdi, hayattan soğudu bi ara.
Kalkışlarda bi iç gıcıklanması falan yaşadı ama atlattık kazasız belasız.Uçak indi herkes derin bir nefes aldı. Alkışlamayıda unutmadık tabi. Tipler böyleydi.
İnişte bizim çocukla yine karşılaştık. Kibarlık yapacaktı sanırım "Geç." dedi. Geçin değil. GEÇ. Küfreder gibi. Ben de altta kalır mıyım, verdim cevabını hemen "SEN GEÇ." .
İstanbul'a inince aktarmalar arası 2:30 Saatimin olduğunu düşünüp Anıl'ı görecektim. Ama aktarmalar arası 15 dakika falan kaldı. 13 dakikasını birbirimizi aramakla geçirdik zaten. Uçak yine bi 1 saat rötarlı kalktı. Ankaraya inince İlkay Teyze yani Başak'ın annesi bizi karşıladı. Beni AŞTİ'ye bıraktılar. güç bela kendimi Amasya arabasına attım bir hafifledim. En son uyumamak için direniyordum. Sonra zaten sabaha karşı uyandım.
Eve gider gitmez de attım kendimi yatağa.
Zor olacağını biliyordum ama benimki tam bir felaketti. Geleli 2 gün oldu hala kollarım acıyor. Hamlamışım o derece. Slovakya macerası bitti ama bu burda bitmedi, aklıma gelenleri yazmaya devam edebilirim.
HOLD ON!