16 Ocak 2013 Çarşamba

Alışveriş, Alışveriş, Alışveriş....

    Eğer Trnava'ya gelecekseniz nerden ne alacağınızı çok iyi bilmeniz gerekir. Çünkü fiyat farkları felaket fazla olan bir yer.Mesela Max, Bottova 21'e(Yurdunuz) en yakın AVM. İçinde Billa marketi barındırıyor. Fakat fiyatları daha yüksek. Günlük ihtiyaçlar için kullanılabilir.

    Öncelikle ulaşımdan başlayacak olursak muhtemelen Trnava da ilk öğreneceğiniz yer tren istasyonu olacak. Ama kaybolma tehlikenize karşı resimli anlatım yapayım ben. Çünkü burdan ezberleyip gitmeniz orda ingilizce bilen biri bulmanızdan daha kolay. 
1-Bu sizin yurdunuz. 
2- Yurdun önündeki yok Jana Bottova Caddesi
3-Caddenin sağına doğru gitmeniz gerekiyor.
4- 10 metre sonra karşınıza çıkacak kavşak.
5-Kavşağın çaprazındaki yoldan ilerlemelisiniz. Arkanızı döndüğünüzde yurdu bu şekilde göreceksiniz.
6-Aslında burası kestirme yol. Bir apartmanın arka bahçesinden ilerleyeceksiniz.
7- Yolun bitiminde MAX ı göreceksiniz.
8-AVM nin içinden direk yürüyüp diğer çıkıştan çıkmalısınız. Ve bir park göreceksiniz.Yardırın ordan.
9-Bu çeşmeye ulaştığınızda yolun karşısına geçin.
10-Aha da orası duraklar. Arkası da tren istasyonu.
 1 numaralı durağa Tesco durağı deniliyor. 
Aşağıdaki kağıtlardan biri durakta asılı olacak. Otobüsün kalkış saatleri orda yazar.
     Her şeyin olduğu gibi Tesco'nun da fotıoğrafını çektim sizler için.
   Tesco'ya alternatif olarak Kaufland ve Lidl var. Tesco servisiyle buraya gelip hemen yakınında ki bu 2 markete uğramadan geçmiyoruz! Sonra hiç bir şey olmamış gibi Tesconun önünden servise binip merkeze dönüyoruz! Korkmayın herkes öyle yapıyor ve kimse sorun çıkartmıyor. Ayrıca servise binmek için bizdeki gibi bir şeyler satın almak zorunda değilsiniz.
KAUFLAND
 LİDL 
       Bu 3 market Trnava'da görüp görebileceğiniz en hesaplı ve kaliteli ürünleri içeriyor.
Yok ben boğazıma düşkün değilim ama elektronik aletler almak isterim diyorsanızda 2 seçenekten bahsedeceğim.
Alza'dan almak istediğiniz ürünü internet sitesinden spariş veriyorsunuz. Herhangi bir ücret ödemeden hemde. 3 gün içinde onlar Trnava bayiilerine ürünü gönderiyorlar. gidip ordan alıyorsunuz ve orda ödeme yapıyorsunuz. İsteğe bağlı Tax Free veriyolarmış ki ben alamadım. 
Mall'da aynı sistem geçerli ama onlar Trnava'ya değil Bratislava'ya getiriyorlar ürünü. Ayrıca Tax Free almanız mümkün değil.
  
İki yolda en ucuz ve güvenlisi. 
Erasmus maceramız bu fotoğrafla anlatılabilir.
SO, LET'S SHOPPİNG ! 


9 Ocak 2013 Çarşamba

Geri Dönüş

    Tam marketlerde artık yabancı olduğumu anlamıyorlardı ki, ayrılma zamanı geldi. Hayır o bir şey değil, bizi döver gibi konuşan resepsiyonist amca bile her geçişimde selam verir oldu. Alışverişte Slovak amcalara, teyzelere bile yardım etmişliğim var ki o derece.
     Dönüş7 Ocaktı, biz bi kaç gün önceden valizleri hazırlanmaya başladık tabi. Bu arada5 Ocak'ta bi de Slovakça sınavı atlattık. Kadın bize "test" diyip duruyodu kastettiği şey boşluk doldurmaymış. Neyse ki bitti gitti ablanız ondan da A aldı.
     Neyse ben gelirken getirdiğim çanak,çömlek,çatal,kaşık ne varsa attım. Zaten son zamanlarda tencereleri arındırmak imkansız hale gelmişti.Kirin pasın içinde yedik yemekleri.
     Valizimin ağırlığının bununla düşmesi gerekiyordu fakat yine olmadı. Hediyesiydi sparişiydi alkolüydü yine valizim tıka basa doldu. Öyle ki ayağın kayıp yüz üstü(kelimenin tam anlamıyla kafam valizin içine girdi.) düştüğümde bile fermuarı çekseniz öyle Türkiyeye gelirdim.Zaten bir büyük valiz, bir küçük valiz,bir kolçantası,bir laptop olmak üzeri 4 parça eşyam vardı.
   Güç bela valizi kapatıp sabahın 6 sında uyamak üzere yattık. 4 saat uyuduktan sonra dikildik ayağa. Memduh ve Özge bizi yolcu etmeye geldiler canlarım.
  Onlar gelmeseymiş biz otobüs durağına kadar valizlerle biraz zor gidermişiz zaten. Yolda valizimin tekeri kırılınca beni bir hüzün kapladı. O valizle 5 aktarma yapacağımı düşününce tabi.
 8 arabasıyla Bratislava'ya doğru yola çıktık. Zaten yol 45 dk . Bratislavada 45 dk daha bekleyip Viyana arabasına binecektik. Beklerken 2 seçeneğim vardı. Ya valizlerle bin bir zahmet otogarın içine girip sıcakta 45 dk bekleyeceğim, Viyana otobüsüne gitmek için valizi tekrar durağa kadar taşımak, ya da valizi direk Viyana otogarına taşıyıp orda soğukta 45 dk beklemek. Tabi ki ben 2. sini seçtim. Donsamda umrumda değildi.Bu da sıkıntıdan çekilmiş bir fotoğraf. Gayet pis leş bir yer gördüğünüz gibi.Üstelik Slovakya'nın başkentinin otogarı düşünün. Valizlerde benim.

    Neyse Viyana arabası geldi. Biletleri internetten almıştık, bu seferde adam tutturdu gidip bilet çıkartın  rezervasyon numarası yetmez diye. Tabi adam İngilizce konuşmuyor ama benim kabiliyetim sayesinde anlaşıyoruz.
    Neyse güç bela yola koyulduk. Hainburgtan geçerken onun geğiğini falan yaptık Başak'la.Yol 1 saatten az sürdü. Böylece 14:05te uçak varken biz 10:00da havaalanındaydık. Daha havaalanına girmeden tekerlekli valiz taşıma arabalrından alalım dedik. Bunları çalıştırmak için 1 euro takmanız gerekiyor, fakat benim araba kabul etmiyor parayı. Uzun bi cebelleşmenin ardından hakkım olanı aldım. Bu sefer de bizim valizler ona sığmadı bir tane daha alalım dedik. Ama ikimizdede 2 euro vardı. Yoldan geçen birine sorduk o da bizi kazıkladı, 1 euro yerine jeton verdi. Başak'ın tepkisini tahmin etmişsinizdir.
    Tabi biz adama söverken Türkçe konuştuğumuzu duyan abiler "Burada herkes Türk." diye seslendiler. Havaalanında yön bulmaya çalışırken görevli amcalardan birine sorayım dedim, Bir baktım amca "Neye ihtiyacın var yeğenim?" demesin mi? Türkiye'ye gelmiş kadar olduk yani. Asansörle cebelleşmemiz ayrı bir komediydi. Başak önce çağırma düğmesine bastı, elektrik çarptı. Sonra ben bastım beni de elektrik çarptı. Resmen gerilim vermişler asansör düğmelerine psikopatlar. Bizde çözemedik.

   Neyse biz Pegasus bulana kadar saaat 11 oldu. Ama check-in başlamamıştı daha.  Gidip başka bir firmanın tartısını bulalım dedik, Business yolcuların check-in yerinde boşta kalmış görevli bulduk, valizleri ölçebilir miyiz abla dedik. O da pek sempatikti işimizi halletti. Kilo problemimiz yoktu. Derken  check-in açıldı. Sıraya girdik. Tabi ben o koca arabayı kontrol etmeyi beceremediğimden arkamda ki oğlanı eziyodum. Arkamı döndüm bi baktım sarışın yeşil gözlü biri. Bende türk değil sandım. İngilizce özür diledim. Çocuk bana tok bir ses tonuyla pat diye "Ziyanı yok" demesin mi!!
   Kısa süreli bir şokun ardından benden gelen tepki "Aaa pardon!" Çocukta pis bir gülüş. Gören de  karizmasından ötürü dilim tutuldu sanacak. Neyse ilk kapılardan geçtik, Free Shop'u incelemeye başladık. Her şey pahalı, her şey! Fiyatlara bakıp arkamıza bile bakmadan kaçtık ordan.
   Bu sırada kartpostal satan bi yer bulup ordan hediyelik aldık. Sonra uçak kapısına gittik. Ama o kontrollerde 13.00 da başlayacakmış. O zamana kadar nete girdim bende sefil gibi yere oturup. Zaman geldiğinde kontroller için sıraya girip biletimi aradım, aradım,aradım,aradım... Tabi tutuştum birden. Diz çökmüş yerde çantamı eşelerken kafayı bi kaldırdım sırada yabancı sandığım çocuk! Kontrolden geçmiş öbür tarafta kemerini falan takıyor. Bana şöyle bir haraket yaptı. Nerde ki gibisinden.
  Bende "Ne bileyim" gibisinden cevap verdim. Sonra güvenlikteki Alman amca bana "burda bekle bi daha çıkarttıracağız bileti" dedi ama bendeki telaşı engelleyemedi. Sonunda sakin ol, nefes al falan dedi o derece.
   Neyse uzun bir bekleyişin ardından biletimi tekrar çıkarttılar. Ama bi kere dikkat çektim. Üstümü arayan kadın her bi yerime itinayla baktı edepsiz. Neyse içeri geçtim Başak'ı bulup yanına hemen oturdum ki yine kafamı kaldırdım, karşımda o çocuk! Dikilmiş etrafı izliyor. Meğersem yanımda oturuyormuş. Dedim bu kaderin cilvesi mi?
   Neyse uçak 20 dk rötar yaptı. Bizde mal gibi bekledik. Uçak gelip kapılar açılınca ben yine telaşlanıp laptop çantamı devirdim yere. Bizim çocuk da attı kendini yere laptopu düzeltmek için. Ben de kibar olacam ya "Pardon" dedim. Çocuk demesin mi "Yine ziyanı yok.Neden pardon dedin?" ve çocuk bunu derken ben anladım ki Türkçesi var ama belli ki sonradan öğrenmiş. Ağız alışkanlığı işte nasıl anlatayım. Zahmet oldu diye dedim falan diye saçmaladım. Sonra arkamı dönüp hemen uzaklaştım oradan.
     Uçağa bindik rötarımız orada da devam etti . Toplamda 1 saat geç kalktı uçak. Zaten iniştede kar yağışından ötürü pistin etrafında döndük durduk. Yanımıza yabanc bir amca oturdu. Çiğ füme domuz eti yedi. Biz tabi kokudan iptal o sıralarda.
     Başak yine streslendi başladı "Sevmiyorum ben uçağı ayağım yere değsin benim, bir gün Amerika'ya gidersek gemiyle gidelim, keşke otobüsle gidebilseydik Türkiye'ye" gibi sitemlere. Bunalıma girdi, hayattan soğudu bi ara.
    Kalkışlarda bi iç gıcıklanması falan yaşadı ama atlattık kazasız belasız.Uçak indi herkes derin bir nefes aldı. Alkışlamayıda unutmadık tabi. Tipler böyleydi.
   
   İnişte bizim çocukla yine karşılaştık. Kibarlık yapacaktı sanırım "Geç." dedi. Geçin değil. GEÇ. Küfreder gibi. Ben de altta kalır mıyım, verdim cevabını hemen "SEN GEÇ." .
     İstanbul'a inince aktarmalar arası 2:30 Saatimin olduğunu düşünüp Anıl'ı görecektim. Ama aktarmalar arası 15 dakika falan kaldı. 13 dakikasını birbirimizi aramakla geçirdik zaten. Uçak yine bi 1 saat rötarlı kalktı. Ankaraya inince İlkay Teyze yani Başak'ın annesi bizi karşıladı. Beni AŞTİ'ye bıraktılar. güç bela kendimi Amasya arabasına attım bir hafifledim. En son uyumamak için direniyordum. Sonra zaten sabaha karşı uyandım.
     Eve gider gitmez de attım kendimi yatağa.
     Zor olacağını biliyordum ama benimki tam bir felaketti. Geleli 2 gün oldu hala kollarım acıyor. Hamlamışım o derece. Slovakya macerası bitti ama bu burda bitmedi, aklıma gelenleri yazmaya devam edebilirim.
 HOLD ON!


25 Aralık 2012 Salı

Geldik gidiyoruz.

   Daha geldiğimiz ilk günü dün gibi hatırlıyorum lan. Bin bir zahmetle Viyana'dan Bratislava'ya gelişimizi,   otobüste bagaj başına 1 euro ödememiz gerektiğini duyan ve 2 bagajı olan Başak'ın tepkisini...
  Otobüste tanıştığımız Türk abinin Bratislava'ya iner inmez sevgilisini görünce bizi unutup gitmesini, bizim göt gibi kalıp otobüs saatlerini bulmaya çalışmamızı...
   Trnava'ya inince yurda yürümeyle 10 dk mesafede olmamıza rağmen taksiyle gitmeye çalışıp taksiciye kendimizi anlatamamamızı... Tarzancaya başvurup yine de sonuç alamayışımı, yoldan geçenlerden medet umup kimsenin İngilizce bilmediğine kanaat getirişimizi, sonunda yurda ulaşma konusunda tüm umutlarımız tükenince bankta yatmayı düşünmemi...
Tam o sırada yoldan geçen ve Polonyalı Erasmus öğrencisi olan kurtarıcımız Ola sayesinde zar zor yurda gelişimizi... Hatta sürekli devrilen valizime inat karizmayı ayakta tutmaya çalışmamı...
 Yurda gelince Bartek ve Agnieska'nın da valizlerimize el atıp Polonya'ya karşı sempati kazanmamıza sebep olmalarını...
    Hatta yatakların baza olmasını hiç düşünmeden her gün resepsiyondaki yaşlı ve İngilizcesi olmayan amcanın yanına gidip yastık-yorgan istememizi (tabi amcanın anlamayışını), kaç gün öyle yastıksız yorgansız yattıktan sonra temizlikçi teyzelerin yatağın altındaki bazayı acıp yorganları göstermesini.. O an ki mal durumumuzu. (Onca gün yorganlar altımızda yatmış.) Mal gibi hissetmedim desem yalan olur.
  İlk geldiğimizde alışveriş yapmaya gidip eli boş dönmemizi, her şeyi Türk Lirasına çevirdiğimizden hiç bir şey satın alamamamızı,sıvı yağın içinde bile domuz yağı olabileceğini düşünmemizi... Hepsini dün gibi hatırlıyorum. Ama şuan çok açım düşünemiyorum.
                                   NEYSE GÜZELDİ İŞTE.

24 Aralık 2012 Pazartesi

Sınav yapacaz dediler damarıma bastılar.

    Herkese merhaba!!! Uzun zamandır yazamıyorum. Meşgul müyüm? Hayır tabii ki. Nedenini ben de bilmiyorum.
  Sınavlarımızı erkenden olduk eve gidebilmek için, sınav dediysek sunum yaptık işte. Tüm hocalar bir odaya toplandı falan.Bizde bir stres hali tabi napsak nasıl atlatsak falan. Bir şoklar bir şoklar.
     Her dersten ayrı sunum yapmak kadar zoru yok arkadaşım.
     Konular genelde işlediğimiz derslerin Türkiye deki işleyişini anlatmak adınaydı. Hocalar da bir meraklı bir meraklı, habire soru sormalar , sıkıştırmaya çalışmalar...Bir ara şunu yapmak istedim.

   Başak'a Cumhuriyet Türkler için ne ifade ediyor diye sordu biri. Gel de bunu İngilizce açıkla! Ben çocuk yoksulluğu başlığını anlatırken Kürt olaylarına da değinmeden durmadılar. Hey yarabbim! Hatta biri de AB ye girmeli misiniz, neden? dedi. Türkçe olsa çemkirirdim ama neyse dedim siğneme gömdüm.
    Notlara gelecek olursak 2 tane A,4 tane B ve 1 tane de C aldım. Bunlarda 5 tane geçer not var zaten A,B,C,D,E   Şu anda bir dersimiz kaldı ondan da Test olacağız, Slovakça!
   Sunum olayını bitirince ertesi günki kutlamaya çağırdı bizi hocalar, bir heves gittik.Meğersem sadece hocalar arasındaymış, tek öğrenci bizmişiz aralarında. Haliyle önce kasıldık.
       Bir sürü hazırlık yapmışlar kurabiyeler,şaraplar ve bir ton adını dahi bilmediğimiz aparatifler. Başta çekindik tabi yiyemedik. Sonra yüzsüzleştik hepsinin tadına baktık.
  Tam doymaya başladım ki Profesör Pupala'nın sözleriyle şoka girdim. Nerdeyse hepsi domuz yağı bulunduruyormuş. Eyvahlar olsun yedik  domuzu.
    Rahatlıkta sınır tanımayan bir üniversiteye düştük sanırım. Hocalar binanın içinde banyo terliğiyle geziyorlar, odalarını depo niyetine kullanıp kolilerle dolduruyorlar hatta bir derste hoca halıflekse oturup öğretmenler odasında ders anlattı bize. En önemlisi öğrencilerine şarap ikram ediyorlar! Bizim orda olsa olay çıkar. Değil hocalarla karşılıklı kadeh tokuşturmak lafını bile edemezsin.
   Yediğimiz domuzcuklara rağmen akşam güzel bitti. Bu da son anımız :)

9 Aralık 2012 Pazar

İşler, güçler.

   Slovakya Slovakya... Tam alıştım derken 1 ay sonra gidiyorum. Aslında Şubat'a kadar uzatabilirdik ama polis yamuk yaptı.Yeşil pasaport ya da vize ile 3 aydan fazla burda kalmak istiyosanız oturum almak zorundasınız. Tamam dedik alalım. Onun için bir de 120 euro verdik sağlık sigortasına. Demesinler mi gidin sağlık raporu alın hastaneden. Hastanede 136 euro istemesin mi bizden rapor için.
   Tüm bunlar Avrupa Birliği ülkesi olmadığımız için üstelik! Dedik tamam o zamaaaaaaaaaaaaaan. Bize 3 ay da yeter. Bunun için sınavlarımızı öne çekmeye çalışıyoruz. Fakat bizim yeşil pasaporta göre 7 Ocak son günümüz. Buranın Noel tatili de 21 Aralık'tan 8 Ocak'a kadar sürüyor. Yani Aralıkta sınav olmalıyız. Ayarlamaya çalışıyoruz. Ayrıca İngilizce'den kalmıştık ya. Canım hocamız Pupala bize kredi verecek. Yırttık o işten de.
İngilizceciye burdan selamlar! 
      Biz tam ortama alıştık derken, herkes Noelde evine gidecek onlar döndüğünde de biz gitmiş olacağız falan. O çok kötü oldu işte. Mesela bugün Cristina bizimle vedalaşmaya geldi İspanya'ya dönüyormuş. Kötü oldum lan. Özlerim ben onu pek de tatlıydı.


       Tam gezilecek zamanda yattık şimdi kar yağdı her yer buz, gezmeye çalışıyoruz. Halimiz içler acısı. Dersler desen bastırmış durumda . Tüm hocalar bir odaya toplanacakmışta her hoca için ayrı sunum hazırlayacakmışız da.. Bir de hepsi yaratıcılık gerektiriyor. Sormayın...Bir de beğenmedi bi tanesi, haspam.

       Dip not: Gördüğünüz güneş,bildiğiniz güneş değil. Görüntü var sadece.
     

30 Kasım 2012 Cuma

Vay Başıma Gelenler

 Aman a dostlar buraya gelcekseniz bu yazımı okuyun. Gelmeyecekseniz de okuyun ibreti alem olsun. İçimden sürekli havar komşular diye bağırasım geliyor.

   Dünyanın en hızlı dersten kalınışını yaptık iki gün önce. Nasıl mı? Meslek sırrı sayılır ama anlatacağım hatrınız için.
   Biz buraya gelirken derslerimiz Türkiye'deki hocamız derslerimizi belirlemişti. Ancak buraya gelince  hiç biri uyuşmadığından dersleri baştan yarattık. Sonuç olarak 9 dersimiz, 32 kredimiz mevcuttu. 

       Derslerimizden biri de İngiliz Dili. Bizde ki İngilizce yani. Lanet olsun o derse.

     Neyse objektif olmaya çalışırsam. Burada ki iki haftamız bunlarla geçti. İngilizceciye e mail atıp ders günlerini seçmemiz gerekiyordu.Fakat e mail attık cevap vermedi. Bir hafta da ordan geçti. Zaten bulmaya çalışsak kadının götü yer yüzü görmüyor. O fakülte senin bu fakülte benim geziyor. Özge bizi daha önce o kadın hakkında uyarmıştı. Kadın erkeklere iyi davranıp kızları itekleyen bir yapıya sahipmiş ve dersi çok zormuş.

 Bu yüzden değiştirelim dedik. Kadına e mail atıp bizim İngilizcemiz Elementery, biz dersi değiştirmek istiyoruz dedik. Kadın da "Ben sizi kolay sınıfa vereceğim gelin derse" dedi. Fakat bu yazışmalara hep 3-4 gün sonra cevap verdi. Neyse sözleştik ders saati seçmek için. Biz kadını bulmaya gittik, kadın hastaymış yerinde yoktu. Dedik bu hafta yoktunuz. Sekreterime sorun ders saatlerini dedi. Bir hafta da öyle geçti. Sekreterini zaten hiç bulamadık. Yok bence öyle biri.

 Sonra biz bütün hocalardan izin alıp 2 haftalık geziye gidecektik. Buna da e mail attık. Daha dersine bile girmememize rağmen. Bize "3 hafta devamsızlık yapınca F alırsınız. Ben de F vereceğim" dedi. Koordinatörümüze söyledik. Ben hocanızla konuşacağım dedi. Neyse gezi dönüşü biz kadına gittik, gün tablosundan ders seçtik. Kadında seçerken ordaydı hatta. Bu hafta da normal olduğu gibi derse gittik. Bize sınıfın ortasında "Benden kredi alamazsınız. Sadece oturun ve susun ders sonuna kadar" dedi aşifte. Azarladı resmen. Tabi bunu anında sıra altından SMS olarak koordinatörümüze şikayet ettik. Koordinatör derse geldi. Biz yine mutlandık.

 Dışarda yarım saat konuştular. Bizde bi umutlandık. Jana'mız saçını başını yolacak o karının sandık! Meğersem kadın Janacığımız Koordinatörümüzü de sindirmiş. Kesin bırakıcam gelmesinler boşuna demiş. Böylece hiç derse girmeden kalmış sayıldık. ALKIŞ NERDE??